top of page

Nobelli iktisatçı Joel Mokyr ve iktisat tarihçiliği

Ali YAYCIOĞLU-GAZETE OKSİJEN


Bu yıl Joel Mokyr, Philippe Aghion ve Peter Howitt Nobel Ekonomi Ödülü’nü paylaşacaklar. Üçü de

çağdaş iktisadın yönünü belirlemiş büyük isimler. Aghion ve Howitt’in birlikte geliştirdikleri “Aghion– Howitt modeli”, Joseph Schumpe- ter’in “yaratıcı yıkım” kavramını modern büyüme teorisinin merke- zine taşımış; inovasyonun yalnızca büyümenin motoru değil, aynı zamanda geçici işsizlik, eşitsizlik ve hatta iktisadi şiddetin de kaynağı olabileceğini göstermiştir. Son yıl- larda “yeşil inovasyon” ve sürdürü- lebilir büyüme üzerine yoğunlaşan Aghion, devlet politikalarının ve kurumların yeniliği yönlendirme- deki rolünü tartışmaktadır. Hâlen Paris’teki Collège de France’ta profesördür.

Kanadalı iktisatçı Peter Howitt ise Brown Üniversitesi’nde emeritus profesör olarak görev yapmakta- dır. Aghion ile birlikte geliştirdiği Schumpeteryen büyüme teorisinin yanı sıra, makroekonomi, para politikası, işsizlik, üretkenlik ve ino- vasyon konularında kalıcı katkılar sunmuştur. Özellikle büyüme ile kurumsal kalite, eğitim ve teknoloji arasındaki ilişkilere dair modelle-ri, iktisat literatüründe derin izler bırakmıştır.

Aghion ve Howitt üzerineçok şey yazılacaktır. Ben burada üçüncü isim, iktisat tarihçisi Joel Mokyr’den yola çıkarak bir yazı yazmak istiyorum. Mokyr, çağdaş iktisat tarihçiliğinin en özgün ve etkili temsilcilerinden biridir. Onun temel iddiası, ekonomik büyümenin ve Sanayi Devrimi’nin maddi değil, entelektüel ve kültürel kökenlerinin belirleyici olduğudur. Mokyr’e göre modern ekonomik büyüme yalnızca sermaye birikimi ya da kurumsal düzenlemelerle değil, bilgiye, yenili- ğe ve teknolojiye dayalı bir zihinsel dönüşümle mümkün olmuştur.

Northwestern Üniversitesi’nde ekonomi ve tarih profesörü olan Mokyr, The Lever of Riches (1990) ve The Gifts of Athena (2002) gibi kitaplarında teknolojik yaratıcılığın tarihini incelerken, en kapsamlı eseri A Culture of Growth’ta (2016) Avrupa Aydınlanması’nı modern ekonominin zihinsel temeli olarak yorumlar. Bu çalışmasında, 17 ve 18’inci yüzyıllarda bilginin kurum-sallaşması, entelektüel rekabetin teşvik edilmesi ve bilimsel kültürün yayılması sayesinde Batı Avru- pa’da kalıcı bir yenilik dinamiğinin doğduğunu savunur. Mokyr, “bilgi ekonomisi”nin tarihini modern büyüme kuramının merkezine taşımıştır.

İKTİSAT

TARİHÇİLİĞİNİN

GELİŞİMİ

İktisat tarihçiliği, 19’uncu yüzyılın sonlarında iktisat ile tarih disiplinlerinin kesişiminde doğmuş, zamanla her iki alanın yöntemlerini harmanlayan özgün bir araştırma alanına dönüşmüştür. Başlangıçta Alman Tarihçi Okulu’nun etkisiyle biçimlenen bu yaklaşım, klasik iktisa- dın soyut ve evrensel yasalarına karşı çıkarak, ekonomik olguların tarihsel, siyasal ve toplumsal bağlam içinde anlaşılması gerektiğini vurguluyordu.

20’nci yüzyılın başlarında Annales Okulu (Marc Bloch, 1886–1944; Lucien Febvre, 1878–1956; Fernand Braudel, 1902–1985) iktisat tarihçiliğini de- rinden dönüştürdü. Uzun dönemli yapılar (longue durée), zihniyetlerve kurumlara odaklanan bu okul, ekonomik değişimin geniş zamansal ölçeklerdeki dinamiklerini sosyal tarih, coğrafya ve kültürel analizle bir- leştirerek ele aldı.

Bu yüzyıl boyunca iktisat tarihçili- ği, birbirinden oldukça farklı kuram-

sal yönelimler arasında gelişti; hem düşünsel çeşitliliği hem de yöntem- sel zenginliğiyle tanımlanan bir alan haline geldi. 1940’lar ve 1950’lerde iki büyük Avus- turya-Macaristan İmpara-

torluğu göçmeni, Amerikaniktisat tarihçiliğine dam-gasını vurdu. Joseph A.Schumpeter (1883–1950), kapitalizmin evrimini “ya-ratıcı yıkım” (creative des-truction) ve girişimci yenilik süreçleriyle tanımlayarak,ekonomik dönüşümün iticigücünü teknolojik buluşlarve kurumsal yeniliklerdegördü. Buna karşılık, yine Avusturya-Macaristan kökenliKarl Polanyi (1886–1964), piyasa ekonomisini tarihsel bir istisnaolarak ele aldı; ekonomik ilişkilerin toplumsal ve siyasal yapılara gömülü (embedded) olduğunu vurguladı.

İngiltere’de özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında güçlü bir Mark-sist iktisat tarihi geleneği gelişti. Maurice Dobb, Rodney Hilton, Eric Hobsbawm ve daha sonra California Üniversitesi’nden Robert Brenner gibi tarihçiler, ekonomik değişimi üretim ilişkileri, sınıf mücadelesi ve serma-ye birikimi dinamikleri üzerinden açıklayarak, feodalizmden kapitalizme geçişi toplumsal çatışmaların diya- lektiği içinde yorumladılar. Bu çizgi, Immanuel Wallerstein’ın (1930–2019) dünya-sistemi teorisiyle küresel ölçekte genişledi; kapitalizmin merkez–çevre hiyerarşileri içinde tarihsel olarak nasıl yayıldığını açıklayan bir dünya tarihi çerçevesine dönüştü.

Aynı dönemde, iktisat tarihçiliği içinde niceliksel ve niteliksel yön- temlerin birbirine paralel geliştiği gözlemlenir. Bir yandan matematiksel modeller ve istatistiksel veri analiziyle uzun dönemli ekonomik eğilimleri ölçmeye çalışan niceliksel analizler öne çıkarken, diğer yandan kültü-

rel, siyasal ve toplumsal bağlamları vurgulayan nitel çalışmalar ekonomik olguların anlamını ve deneyimsel derinliğini tartışmaya açtı.

1980’lerde, ekonominin “tarihsiz- leşmesine” bir tepki olarak kurumsal iktisat yeniden canlandı. Douglass C. North, ekonomik performansın temel belirleyicisinin kurumların niteliği olduğunu savunarak, iktisat tarih- çiliğinde kurumsal analizi yeniden merkeze yerleştirdi. Onun ardından Stanford Üniversitesi’nden Avner Greif gibi iktisat tarihçileri, Orta Çağ ticaret ağlarından başlayarak kurumsal dü- zenlemelerin güven, işbirliği ve piyasa oluşumunu nasıl şekillendirdiğini

hem tarihsel belgeler hem de oyun teorisi modelleri aracılığıyla incelediler.

2000’li yıllarda ise iktisat tarihine “Great Divergence” (Büyük Kopuş) tartışmaları damgasını vurdu. Ken- neth Pomeranz ve Bin Wong gibi ta- rihçiler, 18’inci yüzyılın sonuna kadar Batı Avrupa ile Çin’in ekonomik geliş- mişlik düzeylerinin birbirine oldukça yakın olduğunu; ancak Sanayi Devri- mi ve kolonyal genişleme sürecinde, kısmen de bazı tesadüfi koşulların sonucu, Batı Avrupa’nın Çin ve dün- yanın geri kalanından hızla ayrıştığını savundular. Bu tartışma, küresel tarih yazımında Avrupa merkezli açıkla- malara alternatif bir çerçeve sundu ve çevresel, coğrafi ve kurumsal faktör- lerin ekonomik büyümedeki rolünü yeniden gündeme taşıdı.

OSMANLI VE TÜRKİYE İKTİSAT TARİHÇİLİĞİ

Osmanlı tarihçiliği, 20’nci yüz- yılın ortalarından itibaren güçlü bir iktisat tarihçiliği geleneği geliştirdi. Bu gelenek, hem Annales Oku- lu’nun uzun dönemli yapılar ve ku- rumlara yönelik yaklaşımından hem de Osmanlı arşivlerinin sistematik kullanımıyla oluşan özgün yöntem- lerden beslendi.

lasyonun Osmanlı toplumsal hayatı üzerindeki etkilerini konu alan bu çalışma, kültür tarihçiliği ile iktisat tarihçiliğini özgün biçimde bir araya getiren erken bir örnek olarak öne çıkar.

MOKYR BENİM

İÇİN ÖNEMLİ BİR

REFERANS NOKTASI

Ben kendimi bir iktisat tarihçisi olarak tanımlamasam da, son yıllarda bu alanla yoğun bir ilişki kurdum. Özellikle Osmanlı ekonomisinde mül- kiyet, borç, sermaye yapısı, finansal ağlar, miras meselesi, devletin sermaye üzerindeki hak iddiası ve ekonomik şiddetin bir tür yeniden bölüşüm aracı- na dönüşmesi gibi konular üzerine ça- lıştım. Bununla birlikte, mali kayıtların tutulma biçimi ve teknikleri, özellikle de 18’inci yüzyılın mali sistemi içindeki muhasebe yöntemleri üzerine de bazı araştırmalar yürüttüm.

Bu süreçte Joel Mokyr benim için önemli bir entelektüel referans noktası oldu. Stanford’da, kendimi bilinçli biçimde zorlayarak verdiğim Doing Economic History (İktisat Tarihçiliği Yapmak) dersi kapsamında Mokyr’in A Culture of Growth kitabını öğren-cilerle okuduk. Mokyr’in entelektüel tarih ve bilim tarihini iktisat tarihçi- liğiyle bir araya getirme biçimi beni derinden etkiledi.

İlk bakışta Mokyr’in tezi—Ba- tı’daki bilimsel devrimlerin ekonomik gelişmeyi tetiklediği fikri—eski bir argümanı yeniden üretiyor gibi gö- rünebilir. Ancak metnin ayrıntılarına girdikçe, Mokyr’in bilimsel ilerleme ile ekonomik dönüşüm arasındaki diya- lektiği, bu iki alanın nasıl birbirine iç- kin olduğunu olağanüstü bir açıklıkla gösterdiğini fark ediyorsunuz. Kitap, yalnızca bilgi üretimi ile ekonomik büyüme arasındaki bağı değil, felsefi ve bilimsel fikirlerin de kendilerine özgü bir “pazar” içinde dolaşıma gir- diğini, dönüştürücü bilginin ekonomik mantıkla nasıl iç içe geçtiğini de ortaya koyuyor.

Mokyr’in önerdiği bu yaklaşım, Osmanlı iktisat tarihçiliğine yenibir yön sunabilir. Büyük kurumsal yapıların, devletin, demografinin ya da coğrafyanın belirleyiciliğine odaklan- mak yerine –ya da bunlarla birlikte– fikirlerin, müteşebbislerin, entelektüel ve mali ağların hikâyeleri üzerinden Osmanlı ekonomisine bakmak, onun yönteminin sunduğu önemli imkân- lardan biridir. Bu perspektif, özellikle 18 ve 19’uncu yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nda askeri teknolojinin ekonomiyle ilişkisini; mali kayıtları tutan bürokratların kriz yaşayan bir imparatorluğu zihinlerinde nasıl yeni- den kurduklarını; ve devlet sisteminin kimi zaman sınırları içinde kalarak, kimi zaman da bu sınırların dışına çıkarak farklı iktisadi ve siyasal teknik-

ler geliştiren özerk aktörlerin nasıl yeni alanlar oluştur-

duklarını anlamamıza imkân verir. Devletin

ekonomik hayatı düzenlemediği ya da düzenleyemediği dönemlerde, farklı

iktisadi alanlarda- ki aktörlerin nasıl davrandığını, hangi pratikleri geliştirdiğini ve

2000’li yıllardaOsmanlı ve Tür-kiye iktisat tarih-çiliği, hem küreseltarih hem de kurumsaliktisatla kesişen yenitartışmalara katıldı. Timur Ku- ran’ın çalışmaları, bir yandan Great Divergence tartışmalarıyla paralel biçimde, diğer yandan kurumsal iktisat ve İslam hukuku ekseninde, vakıf ve miras gibi kurumların uzun vadede ekonomik gelişmeyi sınırla- yan yapısal etkilerini analiz etti. Bu yaklaşım, Osmanlı iktisadi sistemini İslam dünyasının kurumsal mirası içinde yeniden düşünmeye yöneltti. Aynı doğrultuda Murat Çizakça da Mehmet Genç’in izinden giderek, 17 ve 18’inci yüzyıllardaki kurumsal dönüşümleri İslam hukuku çalışma- larıyla ilişkilendirerek mukayeseli bir tarih perspektifinden çözümle- meye çalıştı.

Bu dönemin bir başka önemli katkısı, Cemal Kafadar’ın 1987’de tamamladığı, ancak henüz yayım- lanmamış olan doktora tezidir. Enf-

hangi bilgi biçimlerine başvur- duğunu incelemek, Osmanlı ekonomi- sini anlamak açısından yeni bir analitik kapı açabilir.

Böylece ekonomik hayat, yalnız-ca rakamlar ve devlet kurumlarıyla değil; aynı zamanda dünyayı algılama biçimleriyle, bilgi formları, zenginlik, hayat ve ölüm gibi olguların iktisadi faaliyetin ayrılmaz parçaları haline ge- liş biçimleriyle ve farklı pazar alanların- da ortaya çıkan teşebbüs kültürleriyle birlikte okunabilir hale gelir.

Mokyr’in yaklaşımı, Osmanlı iktisadi düşüncesini ve tarihini yeniden değerlendirmek için önemli imkânlar sunuyor. Yine de yıllar sonra yeniden Osmanlı ekonomisinin neden bir büyüme yaratamadığı sorusunun yeni bir bakıș açısıyla sormak için Mokyr’i yalnızca okumak değil; onu eleştirel bi- çimde tartışmak, hatta ötesine geçmek gerekecektir.

Osmanlı ekonomisinin neden bir büyüme yaratamadığı sorusunun yeni bir bakıș açısıyla sormak için Mokyr’ı yalnızca okumak değil; onu eleştirel biçimde tartışmak, hatta ötesine

 
 
 

Yorumlar


Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square

50 YILLIK

DENEYİM

HAZIRIZ

11 YILLIK

DENEYİM

 Hazırız.

bottom of page